blog-hero-left-bg blog-hero-right-bg
Karantina döneminde kaygı ve performans yönetimi
Blog-hero
KOBİ ÖZEL

Karantina döneminde kaygı ve performans yönetimi

KOVİD-19 nedeniyle çoğumuz, arkadaşlarımız ve iş ortamımız ile fiziksel temasımızı sınırlandırarak evde kalmayı tercih ediyoruz. Fiziksel mesafeyi korumak zorunda kalmak sizde veya aile üyelerinizde kaygıyı tetiklemiş ve bu durum ister istemez iş performansınızı da etkilemiş olabilir.

Özgür Fatih Ataç, Psikolog

Ortalama okuma süresi 21 dk

Hepimiz kaygı ile farklı durumlarda karşılaşıyor ve farklı şekillerde mücadele etmeye çalışıyoruz. İçinde bulunduğunuz bu süreci ve kaygınızı yöneterek verimliliğinizi arttırmanız için uygulayabileceğiniz önerileri bu yazımda sizin için özetlemek istedim.

Karantina sürecinin normalliğini kabul edin

KOVİD-19 ile birlikte sosyal hayatımıza ve fiziksel görüşmelerimize ara verdiğimiz yeni bir yaşam ve iş düzenine adapte olmaya çalışıyoruz. Bütün bu süreç ile birlikte özellikle başlarda düşüşler yaşamamız normal.
Böyle bir geçiş sürecinde yeni bir düzene adapte olurken düzeni kaybetmemiz, hiçbir şey yapmak istemememiz veya çok fazla şey üretmeye çalışmamız da normal. Burada önemli olan bunların ne kadar sürdüğü ve dengesi.

Bu bir SÜREÇ; her zaman bu şekilde olmayacak. Ne kadar süreli olursa olsun bu, alışmamız gereken yeni bir düzen. Bu hallerle temas ettikten sonra yeni düzene adapte olmak ve ona göre kendimizi ayarlamak önemli. Burası bir sarkaç gibi; önemli olan o sarkacı ilk şiddetli sallantısından sonra tekrar bir ritme oturtabilmek. O ritmi bulduktan sonra da yapmamız gereken yeni oluşan düzen içinde kendi harmonimizi yaratmak.

Bu süre zarfında farklı kaygılar ortaya çıkabilir. Bu kaygıların farkına varma, kendi bünyemizde yarattığı etkilere şahit olma ve onları kabul ederek onlarla temas etmek akışta kalmamıza yardımcı olacaktır.

Kaygı ile birlikte bedende neler oluyor?

Bedenimiz yaşadığımız her şeye istisnasız tepki verir. Mutlu olduğumuzda, üzüldüğümüzde, endişelendiğimizde bedenimizde hep fizyolojik bir yansıması oluyor. Biz ise bunları her zaman bilinçli bir şekilde fark edemiyoruz. Bu sebeple, bedenimizde olanları fark etmek için zaman zaman odağımızı bedenimize yoğunlaştırmamız yaşadığımız süreci, duygu ve düşüncelerimizi farklı bir çerçeveden anlamlandırmamıza yardımcı olabilir. Bunları değerlendirmek bizim zihinsel kontrolümüzü de arttıracaktır. Kaygı ile bedenimizde neler olduğunu fark etmek ve bunun karar mekanizmamız ile performansımıza nasıl yansımalar yaptığını anlamak önemlidir.

Kaygının ne işe yaradığını keşfedelim

Kaygı özünde bizi harekete geçirmek için var. Kaygının veya uyarılmışlığın olmadığı yerde harekete geçme dürtümüz olmuyor; bu sebeple insani doğamızda kaygıya çok ihtiyacımız var. Farklı bir perspektiften bakacak olursak, kaygı aslında kendi potansiyelimizi açığa çıkartmak ve performansa dönüştürmek için var; onu kullanalım.

Akışta kalmak ne demek?

Genel olarak hayatın ve sürecin kendi akışını fark edip onunla uyumlanmak ve kendimizi bununla hareket etmeye yöneltmek demek. Dirençlerimiz yüksek oldukça çoğunlukla akıntıya karşı kürek çekiyor gibi oluruz. Her ne kadar kendimizi koruma maksatlı olarak dirençlerimiz olsa dahi, aslında bu tür bir değişimde yüksek dirençler kendi adaptasyonumuzu zorlaştırıp verimliliğimizi düşürebiliyor.

Bunun için akışın farkına varıp onunla hareket etmek ve işimiz adına ihtiyaçlarımızı onunla uyumlamak faydalı oluyor.

Kendi içimizle çalışmak

Çalışanları yönlendirirken ve/veya motive ederken önce kendi içimize bakalım. Eğer biz motive değilsek karşı tarafın motive olması çok zor. Bizim kendi şirketimizle ilgili bu dönemde ulaşmak istediğimiz performans hedefleri neler olabilir? Bunlar için nasıl motive olabiliriz? Emek vereceğimiz, içsel olarak değerli bulduğumuz şeyler neler olabilir? Bu süreçte olanlar öncelikle kendi içimize sinerse, bu psikolojik varoluş karşı tarafa otomatik olarak geçecektir.

Burada iletişim biçimi ve alt metni de çok belirleyici olabilmektedir. Eğer ki ben metin içeriği olarak herhangi saldırganlık taşımayan bir ifadeyi kendi içimde agresif bir enerji ile söylersem; mimiklerimden, vurgularımdan, kelime seçimlerimden dolayı o tutumum karşı tarafa geçer. Böylece karşı taraf benim söylediğim karşısında defansif bir tutum içerisine girebilir. İletişim araştırmalarının birçoğu metnin içeriğinden çok karşı tarafa iletiliş biçiminin daha akılda kalıcı olduğunu gösteriyor.

Motivasyon

Öncelikle bu dönemde içsel motivasyonları keşfetmek önemli; bizi işe, performansa dair neler motive ediyor? Bizi üretmeye, performans göstermeye içeride hangi kaynaklar götürüyor?

Bununla ilgili olarak da dikkat edebileceğimiz belirgin bir nokta "Başarıya Ulaşmak - Başarısızlıktan Kaçınmak" ikilemi.

Eğer başarısızlıktan kaçınmaya odaklanırsak bilinçaltımız hep o başarısızlık merkezinde bizi konumlandıracak ve davranışlarımızı şekillendirecektir.

O yüzden biz başarmak/ulaşmak istediğimiz şeyi merkeze koyalım ve deneyelim. Buna ulaşmaya dair içimizdeki kaynakları kullanalım ve olmasını istediğimiz şeyi öncelikle kendi içimizde modelleyelim.

Bizi ne motive eder?

Bana kalırsa en önemli faktör AİDİYET! Eğer çalışan kendisini şirkete veya o işe ait hissederse motivasyonu otomatikman yükselir. O yüzden bu süreçte çalışanlar işlerin yürüdüğünü, iletişimin kuvvetli olduğunu, insani tarafının fark edilip değer gördüğünü hissederse aidiyeti artacaktır. Böylece daha motive biçimde daha yüksek performansta çalışacaktır.

Bununla birlikte o iş için bir AMAÇ sahibi olması motivasyonu ve performansı çok yukarı taşıyacaktır.

Yaratıcılık

Bu süreçte hem kendiniz için hem şirket performansı için nasıl farklı yöntemlerle katkıda bulunabilirsiniz? Şu an yaratıcılığın çok açık ve kullanılabilir olduğu bir dönem, bundan faydalanarak yeni çözümler üretebilir ve hem kendinizin hem çalışanlarınızın motivasyonunu yükseltebilirsiniz.

Karantina döneminde uygulayabileceğiniz pratik yöntemler

Yeni bir beceri öğrenmek

Yeni bir beceri öğrenmek beyindeki myelin veya başka adıyla beyaz maddenin yoğunluğunu artırır. Aynı zamanda beynin iki tarafının da aktif şekilde çalışmasına imkan tanır. Bununla birlikte nöronları uyararak beyinde daha doğal patikalar oluşmasını sağlar.

Kısaca - en basit haliyle ifade etmek gerekirse - beynin kendini yenilemesini, onarmasını ve güçlendirmesini sağlar. Bu tür bir süreçte özellikle panik hali varsa sıkışılan bilişsel bir durumdan beynin kendini çıkartmasına ve kişinin psikolojik olarak daha sağlıklı ve dirençli konuma gelmesine de imkan tanır.

Yeni bir beceri nedir?

Mesela pek çizim yapamayan bir kişinin bir şeyler çizmeyi öğrenmesidir. Bir anda kişinin karantina sonrası Van Gogh veya Dali’ye dönüşmesi gerekmez. Burada önemli olan bu yeni beceriye niyet edip aktif emek vermek, çünkü bu süreçte beyin uyarılıp yukarıdaki etkiler hızlıca devreye giriyor ve asıl amaç da bu.

Başka örnekler; teknoloji ile ilgili yeni şeyleri öğrenmek olabilir.

Yeni bir dil öğrenmeye başlamak olabilir.

Yemek yapmayı öğrenmek olabilir.

Buradaki en kritik nokta şudur; kişi bu becerileri öğrenirken aktif bir şekilde uygulama yapmalıdır. Yani sadece YouTube üzerinden bir şeyleri dinlemek veya izlemek onları uygulamaya geçirmedikçe pek de işe yaramaz. Örneğin YouTube’da soğan doğrama videosu izledikten sonra kişinin eline bıçak ve soğan alması bile beyinde uyarılmayı başlatır; yeter ki o iş aktiviteye dönüşmeye başlasın.

Burada başarısız olmak diye bir kavram yok; isterseniz 20 tane soğanı değişik şekillerde kesin, önemli olan beynin motor becerilerle uyumlu hareket etmesi.

İşin en güzel tarafı da bu tür yeni beceriler öğrenilmeye ve uygulanmaya başlandığı zaman kişi kendi normal işinde daha üretken bir hale geliyor ve motivasyonu artıyor. DENEYİN!

Kaygıyı kontrol altına alma pratiği

Bir anda gelen kaygılar çok hızlı bir şekilde zihinde büyüyebilir ve içinden çıkması zor bir hal alabilir. Buna yönelik olarak ilk başta yapmamız gereken en önemli şey o kaygıyı ve getirdiği düşünceleri fark etmek. Bunun için de kaygının ne olduğunu anlayarak ona uygun hareket etmek.

Kaygı, geçmişten aldığımız öğretiler doğrultusunda geleceğe dair henüz gerçekleşmemiş düşünceler üretmeye dayanır. Aslında tamamen bilişsel bir süreçtir ve henüz gerçekleşmemiş düşüncelerin içerisinde kaybolmaya götürebilir. Bu sebeple aslında en temel nokta “ana odaklanmak” olacaktır.

Ne demek bu?

Örneğin, “işler böyle giderse ekonomik olarak bu durumun altından kalkamayacağım” gibi bir düşünce yapısı ile gelen kaygı aslında bizim beyin kimyamızda ve hormonal dengemizde belirgin etkiler yaratır. Bu sebeple biz eğer etki altında panik ile kararlar alıp durumu kurtarmaya çalışırsak, hatalı kararlar alma ihtimalimiz artar.

“Böyle giderse ekonomik sıkıntılar olabilir ama şu an herhangi bir sıkıntı var mı?”

Eğer şu an bir sıkıntı yoksa orada konumlanalım; ki beyin kimyamız normale dönmeye başlamışken sağlıklı karar verebilelim.

Eğer ki hali hazırda bir sıkıntı olmaya başlamışsa, o zaman şimdiki sıkıntı ile tek tek ilgilenelim çünkü onu çözdükçe ilerisi için de çözümler oluşmaya başlayacaktır.

O yüzden hep şimdiden hareket edelim.

Bulunulan ortamın takdiri ve güvenlik hissiyatı

Kendi evinizdesiniz, evinizden çalışıyorsunuz; bunun kıymetini bilin ve kendinize bunu söyleyin. Evde olmanın hoşunuza gittiği şeyleri ara ara tekrarlayın.

Buna ek olarak kendi evinizde sizi oraya ait hissettiren ve huzur, güven, dinginlik gibi hisler veren obje, canlı, görev varsa bunları fark edin ve takdir edin. Gerekiyorsa kendinize referans noktaları seçin ve gerektiğinde bunlarla temas ederek güvenli hissiyatınıza dönmeyi sağlayın.

Eş ile rol/görev değiştirme

Eğer ev içinde eşlerin standart yaptığı görevler var ise (örn. kadın çamaşır topluyor, erkek evi süpürüyor gibi) bunlarda rol değişimi yapın. Bu değişimin kalıcı olması gerekmiyor, sadece 1-2 gün standart işlerin dışına çıkarak görevleri değişin. Bu şekilde tekrarlayın, sonra tekrar diğer görevlere veya yeni görevlere geçin.

Çalışanları aidiyeti ve genel durumunun kontrolü

Bu dönem kaygıların yüksek olmasının normal olduğu bir dönem; hayatımızda ilk kez her gün sağlık bakanının açıklamalarını dikkatle dinliyoruz. Bu dönemi hep beraber yaşıyoruz; bütün dünya ile birlikte. O yüzden bu durumun olduğunu kabul edip şu anki sürecin bir parçası yapalım.

Bu tür bir empati ve paylaşım kolektif bir bilinç oluşturup şirkete bağlılığı ve aidiyeti arttırabilir. Çalışanların insan olduğunu hatırlayın ve bu süreçte hem fiziksel hem psikolojik sağlıklarıyla ilgilenin. Bununla birlikte unutmayın, her insanın algısı farklı olabilir; o yüzden onların sürecini merak ederek sorun, laf olsun diye değil.

Dijitalleşmeye yönelin

Özellikle karantina döneminde gördük ki dijitalleşen işletmeler - Paraşüt gibi - hızlı değişimlere çok hızlı ayak uydurabiliyor. Bunun için, evde kalınan bu dönemde işleri gerek bulut tabanlı olarak, gerekse farklı dijital platformlarda ulaşılabilir hale getirmek büyük tabloda çok önemli kolaylıklar sağlayacaktır.

Örneğin ben bununla ilgili ne yapıyorum?

Elimdeki bütün seans notlarını, eğitim notlarını, pdfleri, e-kitapları iPad’de online tabana aktarıp tek bir platformdan ulaşılabilir hale getiriyorum. Ayrıca bütün bunların üzerinde en hızlı biçimde not alabileceğim uygulamalarla optimizasyon sağlıyorum ve onların kullanımını olabildiğince detaylı olarak öğreniyorum.

Böylece, en basitinden seanslara girmeden önce notlarıma ulaşabilmek için tek ihtiyacım iPad veya telefonum oluyor. Bu bana çok büyük bir organizasyonel güç ve pratik erişilebilirlik katıyor.

Günlük hayatın içine eski rutinleri sokmak

Bütün bu değişim sürecinde yalnızca yenilik değil, aynı zamanda eski faydalı rutinlere de sadık kalma ve belirli referans noktaları yaratarak dengede kalmak önemli.

Hem işveren hem de çalışan için konsantrasyon sağlamak bu dönemde zor olabiliyor. Bununla beraber kişiler yapacakları işe motive olmakta ve amaç bulmakta zorlanabiliyor. Eğer bütün bu süreci sadece zihinde çözmeye çalışırsak işler iyice karmaşıklaşabiliyor. O yüzden ilk başta konsantrasyon, bunu takiben de yükselen bir motivasyon sağlanabilir.

Konsantrasyon sağlamak için normalde olan günlük iş rutinleri ev düzenine eklenebilir. Örneğin her sabah yapılan rutin bir kahvaltı, aşağı yukarı standart bir kıyafet veya benzer bir rutin varsa evde bunların en güçlü öğeleri tekrar edilebilir. Eğer kişi her sabah yola çıkmadan önce kahve içiyorsa, sabah benzer saatte kalkıp kahvesini içtiği zaman beyinde “iş modu” aktif hale gelmeye başlayacaktır. Bu tür bir konsantrasyon sağlanmaya başladıktan sonra yapılacak işle ilgili motivasyonun artması daha kolay ve verimli olacaktır.

Canlı yayında süre nedeniyle cevaplayamadığımız sorular

Gerçekçi (ama kötümser değil) insanların kaygıyla başa çıkması daha zor oluyor gibi hissediyorum, benim gibi insanlar için ne önerirsiniz?

Eğer başa çıkması daha zor diye bahsettiğimiz şey kaygılar ve belirsizlik ise burada bahsedilen “gerçekçi insan” kavramı aslında zaman zaman psikolojik bir savunma mekanizması gibi hareket ediyor olabilir; özellikle de ‘rasyonalizasyon’ savunma mekanizması ile örtüşebilir. Birçok noktada yaşanan olayları hangi noktadan algıladığımız, değerlendirdiğimiz ve hayatımıza soktuğumuz bizim gerçekliğimizi şekillendirebiliyor.

Özellikle kaygı gibi bir konuda algılarımız çok belirleyici rol oynamaktadır. Yaşanan durumları hangi perspektiflerden değerlendirdiğimiz ve bunu anlamlandıran algılarımız doğrudan kaygı seviyemize etki etmektedir.

O sebeple bana kalırsa eğer kaygımız yükseliyorsa, bahsettiğimiz temel egzersiz ve pratiklerle birlikte güvenli bir ortamda kendi “gerçeklerimizi” bir kenara bırakıp olayları yeni bir perspektiften değerlendirmek faydalı olacaktır. Unutmayalım ki vakti zamanında Walt Disney’in çizimleri ve projeleri de “gerçekçi” bulunmamıştı.

Karantina altındayken birçok kişinin kendini geliştirmeye devam ettiğini birçok aktivite yapabildiğini görüyoruz ancak çalışan bireyler için bu çok mümkün değil. Zamanı iyi değerlendirememe duygusu ile bu dönemde nasıl başa çıkarım?

Yayında sarkaç ve denge olarak bahsettiğimiz kavramlar bu konuyla ilişkili; “ben bir şeyler yapmak zorundayım” hissi veya “ben hiçbir şey yapmak istemiyorum” hissi aslında bu sarkaçın farklı uçları.

Bunların ikisi de olabilir fakat burada önemli olan bir süre sonra dengeye gelmek. Bu süreçte aşırı üretken olmak zorunda da değiliz, tamamen her şeyi bırakmak zorunda da değiliz ama bu tür düşüncelere ve hislere kapıldığımız dönemler ara ara olabilir.

Önemli olan bunun normal olduğunu fark etmek. Bunun haricinde biz eğer bu dönemde hep hayalini kurduğumuz üretkenliği iş sebebiyle gerçekleştiremediğimizi fark edip bundan emin olursak belki de bu dönem bizim önceliklerimizi değerlendirip zaman yönetimi konusunda çalışabileceğimiz bir fırsattır. Örneğin işin azaldığı dönemde uyku, televizyon gibi pasif dinlenme yöntemleri de bir seçenek olabilir, araştırma yapmak, resim çizmek, kitap okumak gibi aktif dinlenme/yenilenme yöntemleri de bir seçenek olabilir.

Burada doğru veya yanlış cevap yok; bizim hangisini önceliklendirdiğimiz, hangisine daha çok ihtiyacımız olduğu önemli. Biz eğer uykuya ihtiyaç duyuyorsak onu karşılayabiliriz. Biz eğer yeni bir şeyler araştırıp keşfetmeye ihtiyaç duyuyorsak motivasyonumuzu oraya yönlendirebiliriz. Bu süreçte döngünün içerisinden dışarı çıkıp bu halimizi de değerlendirecek bir fırsat yaratabiliriz.

Karantina döneminde iletişim oldukça azaldı ve tüm konuşmalar nihayetinde bu konuya bağlanıyor. Öncesinde/sonrasında karşılaştırması yapmayı nasıl bırakabiliriz?

Burada eğer KOVİD-19 öncesi ve sonrası yaşam ve hayat standartlarıyla ilgili bir karşılaştırma yapılıyorsa bu doğrudan kaygıları besleyecek bir yaklaşım olacaktır. Yayında bolca bahsettiğimiz gibi en önemli konu, ilk başta bu yaşananların gerçekten yaşandığını kabul etmek.

Eğer biz inkar mekanizmasına yönelirsek veya zihinsel bir pazarlığa girersek (örn. “aslında o kadar da büyük bir etkisi yok bu virüsün”, “zaten hayat hiçbir şey olmamış gibi devam edebilir.”) bu süreç bizim için daha zor geçer.

Bu dönemin yaşandığını ve bizim tarihe tanıklık ederek bu sürecin içerisinden geçtiğimizi kabullenmek bütün olanlarla uyumlanmamıza ve takibinde daha verimli ve yaratıcı çözümler üretmemize olanak sağlar.

İletişim ile ilgili olarak ise, bu dönemde özellikle teknolojiyi daha da çok keşfederek farklı iletişim yöntemleri yaratabiliriz kendimize. Gerektiği yerde oyunlaştırmaya da başvurulabilir. Örneğin, bir kişi samimi olduğu biriyle mesajlaşırken 10-15 dakikalığına sadece emoji ile derdini anlatma oyunu yaratabilir.

Böylece oyunlaştırma ile farklı bir iletişim kanalı da yaratılabilir. Elimizdeki teknoloji ile iletişim konusunda yaratıcılığımızı bolca kullanabiliriz.

Birçok kişi hangi günde olduğunu unutuyor ve her günün aynı geçtiğini söylüyor. Bu anlamda rutinlerimiz aslında bu süreci daha zorlaştırmıyor mu?

Rutinlerimiz, bizi gerektiği anda ‘güvenli yerimize’ çekebilmek için çok faydalı. O sebeple rahat, güvende, motive, mutlu hissettiğimiz rutinlere tutunmak veya bunları yaratmak bizim bir nevi sığınağımız oluyor. Bunları korumak önemli. Fakat bunlara ek olarak yayında da bahsettiğimiz gibi yeni etkinlikler yaratmak ve kendimizi zinde TUTMAK bu süreci daha rahat atlatmamızı sağlayacaktır.

Burada denge çok önemli. Bir yandan yeni beceriler ve yetkinlikler ile beynimizin iki tarafını uyarmak ve aktif kullanmak bizi hem geliştirecek ve güçlendirecektir hem de kaygılarımızın azalmasını sağlayacaktır. Gerektiği yerlerde de güvenli alanlarımıza, rutinlerimize dönmek bizim güvenlik hissimizi ve aidiyetimizi arttıracaktır.

Belirsizliğe karşı fiziksel belirtisi olmayan ve çözümünü de bulamadığımız zihinsel kaygılarımız için egzersiz, okuma, dinleme önerileriniz olur mu?

Zihinsel yaşanan her sürecin bedensel bir yansıması vardır. Bunun istisnası yok!

Sadece biz bu fiziksel/bedensel yansımanın bilinçli olarak farkında olmayabiliriz. Kaygının kendisi zaten bilişsel bir süreç olduğu için onunla başa çıkarken zihinsel metodolojiler kullanmak genelde çok faydalı olmuyor; özellikle de panik anlarında.

Kaygı seviyesi düşükken bilişsel yapımızı zihinsel egzersizler veya okumalarla güçlendirebiliriz evet ama panik anlarında bedene yönelik çözümler aramak çok daha faydalı. Bununla ilgili nefes egzersizleri kullanmak genelde hızlı sonuç veriyor. Bunun haricinde, düzenli meditasyon da kaygı yönetiminde her zaman faydalı oluyor.

Okuma yapılacaksa da kaygının genel yapısıyla ilgili olarak özellikle ‘şimdi-ve-burada’ kavramı ile ilgili okumalar yapılabilir fakat bahsettiğim gibi bunların kaygının düşük olduğu anlarda yapılması daha faydalı.

Aile içi iletişimi iyileştirmek için ne önerirsiniz? Pratik egzersizler olur mu?

Yukarıda verdiğimiz 7 pratik önerinin birçoğu bu konuda da oldukça isabetli olacaktır. Örneğin evdeki diğer kişilerin halini hatırını gerçekten merak ederek, iyi niyetle sormak iletişim için çok önemli bir adımdır. Bunun için de öncelikle kendi içimizde bunu modellememiz çok önemlidir.

İletişimle ilgili bana kalırsa bir başka altın kural; karşıdaki kişiyi anlamak için dinleyelim, ona cevap vermek için değil. Karşıdaki kişi bizimle bir şey paylaşırken biz ona ne cevap vereceğimizi düşünüyorsak bu bir diyalog değil karşılıklı duran iki kişinin monologlarıdır. O yüzden iletişim akışının sağlanması önemli. Unutmayın ki bir kişi bir şey söylerken onlar sadece sözcük değildir; içerisinde o kişinin duyguları, ruhu ve tüm varoluşu mevcuttur. Bu sebeple de aslında sözcüklerin kelime anlamlarından ziyade içine yüklenen duygular ve anlamlar iletişimde daha belirleyici olmaktadır.

Biz karşıdaki kişinin o varoluşuna izin verip eşlik edersek (cevap vermek için değil, dinlemek için dinleyerek) iletişimin kalitesi ve sağlığı çok daha farklı bir boyuta taşınır. Bu mantığı anladığımızı varsayarak buna ek olarak şöyle bir pratik egzersiz tavsiyesinde bulunabilirim (özellikle de çocuklarla oynamak için), anlatılacak bir konuyu yalnızca üç (3) kelime kullanarak anlatmaya çalışsınlar. Hatta mümkünse bu kelimeler konuyla çok alakasız olsun.

Örneğin, “park”, “şemsiye”, “zıplamak” kelimelerini kullanarak (cümle içinde kelimeleri istedikleri kadar tekrar edebilirler) akşam yemeğini hangi saatte, hangi masada yiyeceklerini ve kimin nerede oturacağını anlatmaya çalışsınlar. Bu tip oyunlaştırmalarda beynin uyarılması ve güçlenmesine yönelik önemli nörolojik etkileşimler olmaktadır. Aynı zamanda karşılıklı sosyal ilişkilerde ortak paylaşım yaratılarak karşı tarafla bağlar güçlenmektedir.

Peki hiç kaygı olmamasına değinebilir miyiz?

Sıfır kaygı diye bir şeyin fiziksel/fizyolojik olarak mümkün olduğunu ben düşünmüyorum. Çok çok düşük kaygı seviyesi olabilir ki bu da aslında bizim için hiç iyi bir şey değil. Yerkes-Dodson Kanunu’nu inceleyip oradaki düşük kaygı seviyesine bakılabilir. Kaygı seviyesi teorik olarak sıfıra yakın olunca biz harekete geçmiyoruz; yani aslında harekete geçmek için belli bir miktar uyarılmışlığa, strese ihtiyacımız var.

Ev-iş dengesinin kaybolması çok yaygın bir şikayet yöneticilerin micromanager haline gelmesi de. Nasıl yönetiriz?

Ev-iş dengesi ile ilgili olarak yapılabilecek en pratik çözümlerden biri, evin içinde kişinin kendi çalışma alanını yaratması. Burada yayında da bahsettiğimiz sınırlar konusu önemli. İnsanın sınırlarının olması varlığını tanımlamasına yardımcı oluyor.

Evin içerisinde çalışacağı alan için bir sandalye, bir masalık 2 metrekare bir alan bile tanımlasa aslında burası onun iş sınırları oluyor ve hem çevresel hem içsel olarak bunu belirtmiş oluyor. Bu konuda yaratılacak küçük çalışma alanları, sınırları, koşulları aslında ev-iş dengesi için verimli olacaktır.

İşverenin işçiyi aynalaması araştırmasının adını tekrar söyleyebilir misiniz?

Prof. Dr. Bertolt Meyer’in bir araştırması fakat bu çalışma henüz yayımlanmadı. Şu an yayımlanma aşamasında bildiğim kadarıyla.

Kaygı ve performans yönetimi canlı yayın kaydı


article-cloud-right

Yeni çıkan yazılarımızdan haberdar olmak ister misiniz?